TWİTTER

10 Ekim 2014 Cuma

Sirk Edebiyat -SESLİ FANZİN- 1.Sayı


Sirk Edebiyat -Sesli Fanzin- 1.Sayı paylaşan: oglcn12 Edebiyat tarihinde eşi benzeri olmayan 1 saatlik çalışma. Oğulcan Karakoç & Altay Kenger

SİRK FANZİN 1.SAYI

Oğulcan Karakoç -Hande (Sirk Fanzin 1.Sayı)

Kalbimin etrafı şimdi vücudu yakılmış bir ölünün küllleri gibi, siyah. kara. 
Bulutlarını kaybetmiş, yağmurla ağlayan bir gökyüzüyüm şimdi, Hande.

Beni zehirleyerek öldürselerdi, canım yanmazdı. 
Benim damarlarıma biraz zehir, biraz ismi fazla latince bir ilaç enjekte etseler, 
sonra ben ölsem, 
canım yanmazdı. 
Beni tüfeklerle, keleşlerle veya bir altıpatlar ile öldürselerdi hemen olurdu, 
canım belki yanmazdı. 
beni sen ile öldürdüler Hande. 
beni seninle değil, 
sen ile öldürdüler, Hande.

iç organlarımı kanlı bir neşterin üstünden geçiriyorlar, 
en uzak yerde, 
en yakınıma ağlıyorum, 
ağlamak, 
seni kıfayetsiz kılıyor, 
üzerime kıyametler yağıyor, 
barlarda biralar bitiyor, 
kafelerde sigaralar yanıyor, 
cehenneminde ben.

sonsuz sonuma kadar realist olacak bir yorumla ölümüne yaklaşmak gerekirse, 
seni seviyorum. 
ve senin öldüğünü kabul etmek mümkün olamaz, 
çünkü ölmedin Hande, 
sen ile, 
beni öldürdüler. 
bunları yazdığım odada bana bakıyor, dokunuyorsun, 
ben âmâ olduğum için göremiyorum seni, 
sebep bu, 
sonsuza kadar hissediyorum,

isminin hakkını ver Hande, 
Hande, gül! 
Handegül.

23.02.2014

Oğulcan KARAKOÇ

*Caer De Disgraica* Altay Kenger-Kül Tablosu (Sirk Fanzin 1.Sayı)

-Oğulcan Karakoç’a

ölü köpeklerin yürüdüğü bir sokakta
bir sokak lambasının altında
intihara meyyalli adamları seyreden
ve damarlarında kan nehirleri akan bir palyaçoydu şiir
sen,
bir sokak lambasına heves ederken
gelip sağ elinden tuttu o palyaço
ikiniz beraber bir sirke şirk koştunuz
size bakarken yaşamayı hatırladı
yürüyen ölü köpekler

sonrası,
cehennemde soğuk bir mevsim oldu
alkole dayanıklı şarkılarla dayandık
cehennemin kapılarına
senin gözlerin handesiz
benim dudaklarım sedasız
ellerimizde tanrısızlık vergisi bir kara kalem
ve tanrı vergisi kara bir kader..
sen, ben ve kimsesi biz olan bir keder
üçümüz oturup haçsız ve hilalsiz şiirlerle
kimsenin kimseye anlatmadığı
hikayeler anlattık birbirimize
keder, kederimizden korktu
kader, kaderimize ağladı
sen, ben ve yalnızlığımız
çok yalnız kaldık..

al !
bu yarısı kalmış bir A harfi
bu da kırık bir yüzük parmağı
sarhoş geceler de son hatıram olur sana
bir gün beraber bir fotoğraf çektirelim
mutsuzluğun fotoğrafı olsun..

ver !
içine sığdıramadığın ahvalin
içine sığamadığın sevgili toprak
ve gözlerindeki nazlı hande son hatıran olur bana
bir gün beraber bir şiir yazalım
mutsuzluğun apolitik poetikası olsun..

ben bir gün gidersem
haçsız ve selâsız gömülürüm
sen bir gün gidersen
o sirki yanına alır, öyle gidersin..
ben yalnız kalırım o palyaçoyla
nehirler kangren olur
kalkar yürür ruhum bir sokak lambasına doğru
o palyaço bir avuç külle yıkar yüzünü
ve biraz kül döker ardımdan,
eyvallah !

sen, ben ve palyaço
aynı sirkte ayrı ölümleri ölüyoruz..
ne tuhaf !
aynı sirk..
ayrı ölümler..


Altay Kenger

Caer De Disgracia

Oğulcan Karakoç-Cehennet (Sirk Fanzin 1.Sayı)

Hande'ye..

Sokaklar; "cehennet" ismini verdiğim bir tuvaletten ibaret artık.
Ve bu şehir, güneş doğduğu zaman bile kapkaranlık.
Bu şehirden başka,
bu ülkenin içinde,
işaret zamirlerinin sevildiği bir şehirdeydin,
sonra öldün,
karadeniz'e gömüldün,
karadeniz, asla aklanmaz artık.

sonra öldün,
karadeniz'de gömüldün,
samsun sen gömülürken ağladı,
yağmur hiç bu kadar hüzünlü yağmamıştı,
kendi kendimin dönüşlülüğünü sorgularken,
bana öğüt veren abilerin dudaklarını kanatmak istedim,
ama bana öğüt veren abiler, senin bana verdiğin öğütleri hiç dinlemediler.

bir hafta sonu,
bir öğleden sonra,
bir şubat günü,
bir fotoğraf,
bir tane daha,

bir şubat pazarı,
bir şubat sonu,
bir sen,
bir hafta sonu,
bi' pazar,
bi' şubat,
bi' ölüm.
bi' ölüm daha.
bir tane daha ölüm,
ölümler kadar büyük bir ölüm,
deprem gibi bir ölüm,
adlandırılmaz bir ölüm,

şimdi sen yaşasaydın,
ve yaşarken öldüğünü fark etseydin,
güzel bir küfrü o cümlenin arasına sıkıştırarak dalga geçerdin benimle.
"yaşamaya devam mı ibneler?"
bunu da bi' arkadaş demişti zaten.


belki senden bir sene sonra
 bi' orospunun bacaklarından göğüslerine kadar tırmanıp onu öperim.
belki cennet,
cehennemde saklıdır,
cehennem, cennetine dünyadan daha yakın.
ve belki biz,
şimdilik "cehennet" ismini verdiğim bir tuvalette saklanırız,
zebaniler meleklerle sevişir,
ben seninle bakışırım,
sesler karışır;
sahne biter.
bir hafta sonu;
hüzünle uyanırım.                      28.04.2014


"Can" KARAKOÇ

*Caer De Disgracia* Altay Kenger -On Acı (Sirk Fanzin 1.Sayı)



-alef

sana bakan bir pencerede saatlerce
günahkâr tütünleri
cehennem ciğerimde yaktım
sen hiç gelmedin
bir ciğerimi orda bıraktım

-bet

gece inledi sokaklar dinledi
ben kalbi kırık meleklerden aşağı düşüyorken
Bağdat’ı yine vurdular
sanki Bağdat’ı değil
çocukları vurdular
çocuklar öldü ama yenilmedi

-gimel

sahi, sen neredeydin?
ben ölüp gitmiş şairlere karışmak üzereyken
çocuklar gözyaşlarını silemeden
ve gülemeden ölürlerken
sana muhtaçlığım,
Allah’a muhtaçlığımı aşmışken
sen
neredeydin?

-dalet

bir şiire âşık olmuştum
seni anlatıyordu
senden çok o şiiri sevdiğimi
senin gelmediğin
ve şiirin gitmediği o an
fark ettim

-e

bu şehrin en soğuk sabahlarını
şüphesiz ki en iyi ben bilirim
çünkü henüz şafak sökmezden evvel
sure kutsallığında suretini
görebilmek için
bu şehrin sabahlarına doğardım

-vav

yokluğunda
peri kalpli fahişelerle yatıp
para ruhlu kevaşelerle uyandım
şimdi bulunduğum yerden
cehennem ehline teşrif etmem an meselesi
gözlerine bakabilseydim
bir kutsal kitabı hatmetmişçesine hafiflerdim
gözlerin
hiç benim olmadı

-zayın

hiç kimse ilerlemez, sevgilim
sadece bazıları geride kalır

-het

sana karşı
ölüm haberi almış bir insan kadar masumdum
bilmedin

-tet

yeryüzüne inen son din, gözlerin..
inanıyorum

-yod

seni
bir şiirin yerine hissetmek istedim
kitap yerine okumak saçlarının her bir telini
bir şehre yağan bombalara göğüs gerercesine sevdim
peygamberlere bile bu kadar inanmadım
bilmedin
ve kalbi kırık melekler
kalbi kırık adamlara bakıp şükrediyor..
bilmezsin,
giderim..


Altay Kenger

-Kalabalık Sakallı Adam-Barış Erkin- Sarı Sayfalar&Brandy (Sirk Fanzin 1.Sayı)

Sarı Sayfalar

Gözlerim,
Sarı sayfaların esaretinde..
ve ben;
Uzun zamandır işsizim.
Masamdaki ucuz,
Sıcak,
Kırmızı şaraptan
Medet umar haldeyim.
Hayattan alacaklıyım,
Kaderime keder eken,
Bir babanın katiliyim,
Ellerim kağıt kesiği,
Ellerim kalem karası,
Yastığım intihar kokuyor,
Vakit gece yarısı..


.../ /Barış Erkin



Brandy

Brandy;
Karda kanyak gibi içimi ısıtsan,
Bana sıcacık masallar anlatsan,
Gerçek olmasa...
Sonunda ayrılık olmasa,
Gözyaşı,
İhanet,
Ölmek olmasa...

Sana sahtekar gülüşler sunsam,
Mintanımı çıkarsam,
Yarı çıplak olsam,
Üşümesem,
Donmasam...

Söylediklerine inansam;
Zamanın izleri gibi mesud olurdum...

Brandy;
Bu şiir gibi aşikar,
Bunu iyi biliyorsun...

Adın kadar soylusun,
Tadın gibi acısın...
Aslen ben ahiretliyim,
Oysa sen Fransızsın!

.../ /Barış Erkin




Ceren Öztürk-Ellerinin Fethi (Sirk Fanzin 1.Sayı)

Gel, otur karşıma. Ellerinin derin ve hüzünlü çizgilerinden bahsetmek istiyorum.
Çekinme
Otur karşıma. Geçmişinden nelerin kaldığını, geleceğine neleri eklediğini öğrenmek istiyorum.
Anlatmalısın. Sana kavuşmamın dünyanın fethi olduğunu dinlemelisin.
Çay sıcaktır, belki ağlarsın diye.
Annem kek pişirdi, belki gülümsersin diye.
Gel, otur karşıma. Sana ait bir kelime uydurup kazımak istiyorum evime.
Çekinme. Gül. Senin cennete meyilli olduğunu anlatmak istiyorum insanlığa.
Ağlama.
Kek ye biraz.
Çilek dilimleri takılır boğazına sessiz kalırsın belki. Sessizlik cesarettir bana ellerini öperim kim bilir.
Hayır, işim var deme. Otur şu tabureye. Kalbini hangi hizada tuttuğunu öğreneceğim.
Geç, otur yanıma.
Bütün gidişlerinin ardına bir melek öldüreceğiz.
Bir dilim daha ağla. İki şeker kat bize. Gitmedim de, de ki hüzün bu geceye ön ayak olsun. Sabahı çağırsın martılar. Bir kelime, korkma. Bana gitmedim de ki, alfabeyi yeni baştan öğreneyim. Kalıyorum de kalbime, de ki, ben sigarayı değil salıncakları seveyim.
Gel. Otur mutsuzluğuma. Ama, öldür yalnızlığımı. Gel.


Ceren Öztürk

Mikail Burak Özkar -Opasma (Sirk Fanzin 1.Sayı)

yer çekimine inat etmeyince savaşla dökülüyor damla bardaktan kağıda.
ve ani bir karambol sıradağlar dikleşiyor.
sinemalarda yalnız bir çiçek.
tüm mevzuat bir an içinde damlaya tapınak.
karman kurman yazıların sakin ruhu anında hislenmekte
yapılması için ard ardına az kuru lale değneği...
ve kağıt ağlak bir çocuğun hisli dünyasına sırdaş sınırlar çiziyor,
sıcakta eriyen dondurma külahının çehresine.
cesetler diriliyor ve herkese masumiyet!                                          
kaburgada büyük rahat.
kırmaya zaman yok şeytanın gözlerinde ve arkasında bir asa saklanan zil,
durmak bilmeyen durakların dudaklarına hediye edilmiş kroşe!
masanın lambasına hücum eden kırmızı kan kümelenmeleri tamamıyla hepsi parçadan bütüne.
krallar artık köle, ruhum acz.
ve kaburgam hala sıcak. ruhum satılık değil.
riyakar Müslümanlar sörf yapmasını da öğretmiş sıratta.
mutluluk, kafiyeli bir opasma!
lambalar kırmızı değil.
cehennem beyaz.
ölmek yaygın bir hastalık, şairler ölü doğar.
gökyüzü kaosa davet ve yağmur damlalarının
arkasında gizlenmiş bir sürü “seni seviyorum”lar
Levla,
anla beni şairler ölü doğar.


Not: Bu şiir adaletin timsali Hz. Ali’nin çift başlı kılıcı Zülfikar’ı yıkayan Jack Daniels şişesinden yazılmıştır.

Mikail Burak ÖZKAR

Ali Lidar -Valentin Akşamı (Sirk Fanzin 1.Sayı)

bir yığın taşkınlık kepazelik
ve pespayeliği müteakip
dönüp arkamızdan baktığımda
ne olabilir ki diyorum bundan sonra?
biliyorum aslında, hiçbir şey..
bundan sonra
sonrası şiddet
sonrası acı
ben taş ve sopalarla saldırdım sana
cebimde ateşlemeye kıyamadığım molotof kokteyli
sen biber gazı göz yaşartıcı bomba ve
tazyikli suyla karşılık verdin
orantısız güç kullandık sevgilim
bir tür faşizm uyguladık birbirimize...

yaralı bir hayvan gibiydin karşılaştığımızda
-kızma, hata olmaz teşbihte-
bense kötü yaşamış depresif lağım faresi
iyi edebiliriz derken birbirimizi
öldürdük iyi niyetlerimizle birlikte
iyileşebilme ihtimalimizi...

artık işe yaramaz sözler söylemek dışında
hiçbir şey gelmiyor elimden
efsanevi suskunluğumun yerini acınası bir gevezelik aldı
şimdi bu mübarek Valentinin bilmem nesi akşamı
durmadan konuşuyorum
ki ihtimal birbirimize yapacağımız kötülükler
bunlarla sınırlı değil
seni anımsadığım zamanlarda
yüzümden beliren istemsiz ve gerzek
gülümsemeden kurtulabilmem için
gıyabımda daha çok lanetlenmem gerekli...

kötülük ruhumuzda ve karardıkça yüzümüz gibi kalbimiz
birbirimizden daha çok çekeceğimiz var
“noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun”
mısra-ı şahanesini mırıldanıp durduğum şu
aziz valentinin müstesna akşamında
her neredeysen bil ki
hayal kırıklığının karargahı orada...


Ali Lidar

-Leroteist- Burak Dikoğlu -Kudüs (Sirk Fanzin 1.Sayı)

Kudüs'e bir nefes gerek
bir soluk,
bir kadın gerek sen gibi
tüm karmaşayı durduracak bir vurgun...
adın gerek  darbe sloganları bitimine
sen gerek bu şehre

"Kudüs'ün yitirdiği tüm kadınların adı şimdi Bağdat
ve Bağdat şimdi bitap"

Esen bir yel gibi, garptan şarka
savurmalı tüm şehri çarşafı altında çıplak bedenlere ilişmeli nefesin
senin gözlerine benzer bir deniz gerek kurak suretlere
dizginleri tutulmayan bir kısrak gerek
saçların gibi
çöller yeşermeli ayaklarının altında sen konuştukça
ve sözlerin, cesaretin gerek Kudüs'e
sen gibi bir kadın,imlasız bir aşk gerek
yeniden inanmak için bir tanrı,bir sebep

"Esaslı bir aşk gerek Kudüs'e
Kıbleme yakın bir sen"

----


Ah Anne bu denli acı?
dizine yatıp usulca "kalbim kırık" dediğimde, saçlarıma düştü ya gözlerin
sevdiğim kadına ait tekil şahıstan nadide yaşlar
lanet olsun en sevdiğin çiçeğin annemle aynı olması nasıl bir uhrevi işaret
bu rüzgar nereye eser,nereye gider bu bulutlar sensiz,sessiz
bu biçim nice, nasıl umursamaz ki tabiat


Kudüs'ün hangi yanı ellerin
hangi sokağı adımlarsın, arşın arşın fikrimi cezberderken adın
hangi secdeye alnım değse , saçların düşer duamın orta yerine
bu ibadethanelerin hepsi sana mı adandı
neden beni yalnız bıraktın, neden özledin beni kadın...
Madem merhamet sahibiydin Kudüs'ü neden yarattın Allahım

"Varoluş temaşasının kucağı,
Kudüs"...


Bir zamanlar inanmak güzeldi bu şehirde;
sen varken nefes gerekmezdi kimseye
şimdi bir soluk gerek Kudüs'e
güvenme güzelliğine kadınım
aynaların bile paslanıyor rutubetten
herkes ibadet ederken okşamaz tanrılarını...!

"yeryüzüne indiğinde,
bensiz kaldığında göreceksin"



----II-----


İlk kanı kadın döker bu şehirde
arda kalan tüm yaşlar erkeğe aittir.

Şimdi bir suikast peşindeyim
bindiğimiz son vapura atlayıp
kendime şatafatlı bir tören hazırlama hevesinde
Bir rüyadayım, Adalar'da, elele...
Sığabileceğimiz bir çatı altı aramaktayım
çizgi romanları sakladığım paslı ranzamın altında
masallarımın hepsi mutlu mesut uykularında
üzeri tıka bası kadın dolu
ağzım bir yastıkla kapatılmış,olgunlaşmamış ergen
sertleşememiş bir ben
ve hala hiç bitmeyecek bir sen telaşındayım


merak ediyorum
"sevmiyorum" dedikten sonra
güneşin hiç doğdu mu senin?

Burak Dikoğlu

Serhat Arslan- Ve Tanrı Öldü* (Sirk Fanzin 1.Sayı)

Anayasa tanımaz bir ruh kafamın içinde,
kutsal kitapları(da) itmiş bir kenara.
Elimde sikilmiş hayallerimin tablosu
Kanatlarım!
kanatlarımı kurban ettiler tanrıya durduk yere
Uçamayım diye sana.
Bütün kutsal kitaplarda yasaklansa(da) adın etkilemez benim dinsizliğimi.
''sen karışma,
bu tanrıyla benim ruhumda olan bir mesele''
Bir'de piçliğimi yüzüme vurmaz mı din kitapları
adım günah gözünüzde.
Tek ortak sevabınız yasaklayıcı zihniyetiniz.
''sayın tanrıya kalsa seninle yatmak günah, daha neler''
C.S
İşlediğim bütün günahları çıkartsam bedenimden para karşılığında bir tek seni bırakırım içimde.
''sen karışma,
bu tanrıyla benim aramda olan bir mesele''
Elimi pek semaya kaldırıp dilemedim seni tanrıdan doğrusu,
durduk yere girdin tanrıyla arama!
Benim elim biraz mürekkep,
biraz sigara, biraz namus-suz(luk) kokar.
Sevmek;
tanrıyı kıskandıran bir eylem.
Sevilmek;
illegal bir kelime.
Zamanında cami önüne bırakılmış bir insanlığım var bundandır tanrıyı sevmeyişim.
 ''sen karışma,
bu tanrıya olan içimdeki nefret''
Sikilmiş hayallere sahip olan insanların tanrısı olmaz!
Yüksek vitrinlerde asılı duran ayet kağıtlarına bir göz atalım artık ve bütün kutsal kitapları(da) koyalım başucumuza.
Öldürelim artık rant peşinde koşan melekleri, son kullanma tarihi geçmiş dinleri, tanrıları, aşkları...
Zamanında kırılan putların hafriyatıyla kurulan yeni bir Dünya(da) ''aşk''; ne kadar sağlam,
ne kadar içten,
ne kadar sonsuz olabilir ki?
Bütün kutsal kitaplar, bütün insanoğluna piç teorisini yüklerken, ne kadar sevilebilir bir ''piç''
Her ne yasaklı meyve ise onu yiyelim bu gece!
''sen bu aşıkları ihsan eyleme rabbim''
Biliyorsun aşk yasak popülist din kitaplarında ondandır belki beni sevmeyişin!
Ben bıraktım tanrıyı uzun zaman önce.
Şunu sakın unutma;
benimle geldiğin vakit, ateşini yakmış olacaksın illegal bir hayatın içinde..
ve kadın;
''monoton bir hayatın içinde kaybolup gideceğime, illegal bir hayatın içinde yok olmayı tercih ederim!''
Tanrı ÖLDÜ.
Serhat ARSLAN.


Bilal Payas- Derin Tragedya (Sirk Fanzin 1.Sayı)


İnan Narkissos benim gibi bir adam
hele de hırpalanmış ihtiyarlamış gözleri
koşabilirken yüz metreyi saniyede
göremez o ırmakta kendini
İnan Narkissos ne kadar gereksizse devlet
o kadar gereksizdi ayrılıklar
seni senden beni nehir yüzlü Z’den
şu gezegene düştüğünden beri elem
insan kanayan bir varlıktır
lanet bir farklılıktır neylersin
nehir gören gözler kan denizinde bir nergistir
ya sen Narkissos
ya sen hiç kanadın mı ha
evvelden kanatlarımız vardı
kırmızıya çalardı
tam yirmi dört dağ kadardı saydım
zannımca büyük bir gürzdü vurdular
gürleştikçe sesimiz daha çok kırdılar
ahh Narkissos ah
anneler deniz gördükçe ağlar
bu bana derin ırmak kenarında
koca bir mitralyöz sağlar
en kanayan yerimden
hoşça kal

Bilal PAYAS

Erdal Erdem-Ölü Karıncalar İklimi (Sirk Fanzin 1.Sayı)

iki kelime etmenin saçma sayıldığı bir zamanda
bir çiçeğe değer gibi oturuyorum eteklerinin kıyısına
eteklerinin kıyısında bir uçurum var
ilk kez eğilmeden suretimi görüyorum

bir düş atsam sesi seneler sonra geliyor
böyle ölçüyorum gözlerinin derinliğini

dişlerinin arasından kum gibi akıyor aşk
toz gibi yükseliyor bir nesnenin üzerinden kan
zaman zaman
kızdıkça kızıyor
öfkelendikçe sen daha da
kırmızılaşıyor elmamız.

artık buradan geçmeyecek bir inancı beklemekle eş değer
her şey.
düşünüyorum
sonra tutup beynimi kahvaltı gibi sunuyorum mezarlığına

kendimi nasıl sevdirsem de
ellerim bana kalmasa artık.

bembeyaz bir karakutun olmalı senin de,
ölünce açığa alınırsam diye
yada azımsanırsam
yanlış kesilirse cesedimin bilekleri diye
kimse bilmemeli beni.

yüzlerini Tanrı’ya döndüren denizlere inen yokuşlar,
hiç geçmezdi ayaklarımdan
yanımdan geçiyor
yanımdan gidiyor
bir düş atsam sesi seneler sonra geliyor
böyle ölçüyorum gözlerinin derinliğini

kendimi nasıl sevdirsem de
ellerim bana kalmasa artık.



Erdal Erdem
Kadıköy-2014

Metin Yaman -Sadece Söylemek İstedim (Sirk Fanzin 1.Sayı)

nasılsın bugün, nasıl oldun?
oksijen denen zehir öldürüyor mu seni de yavaş yavaş..
iyi olacaksın diyorlar mı arkadaşların
sırtını sıvazlayan eller ısıtıyor mu seni
kaç yalan öldürdün bugün
kaç kişiye gülerek baktın
bugün kaç kere bastın kaldırımlara
sayıyor musun geçtiğimiz yerleri
aynı köşeyi kaç kere döndün
aynı kaldırımda kaç kez oturdun bugün

bugün günlerden yağmur..
yarın karlı bir şubat
geceleri boyadığım için bıraktım resimleri
fotoğrafları güldüremiyorum artık
ellerimi öyle acemi bir balık gibi boğuyorum ceplerimde
sen bana gelmeyi hiç öğrenemedin diye
ben de gitmeyi öğrenmedim
sen beni hiç sevmedin diye
ben de kendimi hiç sevmedim
ortak yönlerimiz çok olsun diye
kendimle yemek yemiyor
konuşmuyor
uyumuyor
kendime hiç gelmiyorum
paramın olduğu kadar sarhoşum
borcum bir hayli çok
kime nasıl hangi sevgiyi ödeyeceğimi bilmeden
herkesi seviyorum
şarkılar dinliyorum şarkılar
filmler izliyorum
hangi yol sana çıkar diye eve geç gidiyorum
olur da evin yolunu unutmuşsundur diye
kaldırımlar döşüyorum..
yazılar yazıyorum duvarlara
bastığın her yol bana gider diye..
okuma yazma bilmiyor mu diyorum sonra
geç kaldı diyorum
yüksek sesle konuşuyorum
ben göremem belki yanımdan geçerken
sen duyarsın diye
yüksek sesli seviyorum
tüm kitapları okudum
masamızın her köşesinde oturdum
susadım
su istedim
kalktım
su getirdim
iç..
beni nerde unuttun hiç bilmiyorum
yada kimde..

karanlığı sevmiyorum
şarkıları sevmiyorum
karanlığı sevmiyor
şarkıları sevmiyor
karanlığı
şarkılar sevmiyor
güneşi odama astım
bir salkım huzur kopardım
şimdi uyuyorum
gelirsen
beni gömdüğün yatağımdayım
dokunsan,

uyanırım...


Metin YAMAN

Mehmet Önder Karakaş-Yazgı (Sirk Fanzin 1.Sayı)

patavatsız pasif vakitlerden gelen istila cevaptır
musibet adına siyahtır gece
ve her gece muhaliftir kendi siyahlığının tekrarına

kızılca kıyamettir,
kızılmamalıdır her hangi bir rengin varoluşuna
bir eşyanın felsefesinden bi haber olduğunda
olağan bir varlığa istiflenmek varlık kaygısı taşımak
istisnai durumlarda yok olmayı bilmek
senin nezdinde gayri resmi, yaşamak
zigon sehpanın üzerinde kalmış yirmi altı izmaritli küllük bilir her şeyi
fütursuzca basılan sigaralar bilir
kepaze edildiğinden haberdar olmayan bir hayat
rencide ile mukayese edilen bir yaşam bilir
her şeyin senin ile meşgale olduğunu
fiyaskoya uğramak mahal buldurur,
murdar olmak bildirir ölümü
kaldı ki hiçbir bilanço ortaya koyamaz bunları
hiçbir poliçe, hiçbir defter, hiçbir belge çarmıha geremez insanı
en az İsa kadar

fıtratım gereğidir seninle olmak
bir mevsime girerken merasim ile uğurlanmak
ve fıtratın kadar gereklidir nafilelere meyyalinin olması

demek değildir ki bu geceden
alabildiğince kül birikecek geriye
demek değildir ki feragat etmek dünyadan
baz almak değil bu ellerini
gayri resmi bir anıyı bültenlere döküyorum



Mehmet Önder Karakaş

Hakan Savlı-Dünyanın Öbür Ucunda Bir Yerde (Sirk Fanzin 1.Sayı)

DÜNYANIN ÖBÜR UCUNDA BİR YERDE 

Dünyanın öbür ucunda bir yerde 
mavi bir kervan laternalar içinde samanyoluna gider 
bir saman parçası savrulur, bir tarlakuşu uçar 
dolaşırım tahtabacaklı bir atla: ben, 
senin sokağını ararım...

penguenler bile bilir seni sevdiğimi...
hayat bir gül yarasıdır 
her şeyde seni görürüm 

ve dünyanın öbür ucunda bir yerde 
aşk vardır... kısacık da olsa...

Dünyanın öbür ucunda bir yerde 
hayal kura kura gelirim ilkyaz tarlalarından 
bir berduş gibi ilkyazdan sarhoş gibi...
bir nisan gecesi gelir 
pencerenin altında dururum 

git dersin...
gidemem derim 
hiçbir yere gitme dedi nisan 

ve dünyanın öbür ucunda bir yerde 
aşk yoksa... bir parça yağmur yağar... 

...yağmur olurum 

pervazını saran toza sıçrarım 
usulca bulaşırım parmaklarına 
gözlerinde dolaşırım usulca 
aya yansır mutluluğun müziği 
bakar lombozlardan kürek mahkumları... 
bir nisan gecesi uykunda gökyüzünü 
dinlerim şafağa kadar 

Dünyanın öbür ucunda bir yerde şarkıcılar dolaşır göklerde 
Dünyanın öbür ucunda bir yerde bir mezarcı kirazçiçekleriyle 
konuşur tepelerde 
Dünyanın öbür ucunda bir yerde çingeneler ekmeklerini 
dilencilerle paylaşır 
makinistler zurnadır kıvrılıp gider raylar 
suya oturup ağlar zavallı kaymakamlar 
sarhoşlar aşıklarla danseder parklarda 
çinliler dişçiye gider, kediler hayal kurar 
orda masmavidir meyhaneler, seni 
bir ayçiçeğiyken bulurum 
sızlar korsanların kancaları 
çocuklar okşar kamburların sırtını 
öperim parmaklarının ucunu 
ve dünyanın öbür ucunda bir yerde 
kamburları kimse içeri almaz 

bir akşamüzeri bir kente girerim şarkılarla marşlarla 
sen benimsin diye bağırırım yollarda 
o kent aslında çoktan... yitirilmiş de olsa 
bir akşamüstü bir kente girer 
sen benimsin derim sana içimden 
elimde bir kızıl bayrak... bir nisan akşamında 
rengi azıcık solmuş da olsa... 

Dünyanın öbür ucunda bir yerde 
yoksulluğun kavalcıları solar mavilikte 
o gece herkes samanyoluna bakar 
samanyolunu kaplar yüzün 
bir saman parçası düşer bir gül tarlasına, 
kalbimde usulca bir düğme kopar 
dolaşırım üzgün bir eşecikle sırtımda: ben, 
senin sokağını ararım... 

sokak köpekleri bile bilir seni sevdiğimi... 
hayat bir gül yarasıdır 
her şeyde seni görürüm 

ve dünyanın bir yerde öbür ucunda 
git dersin...
gidemem derim 

Hakan Savlı/Yalnızca Müzik İçin

Altay Öktem-On Altı (Sirk Fanzin 1.Sayı)

on altı yaşındayken ya da sarışınken,
tam hatırlamıyorum,
altı gece üst üste aynı rüyayı gördüm.
kalabalık bir meydanda, otomatik bir silahla,
rastgele ateş ediyordum insanlara.
ölen ölene... ölen ölene... ölen ölene...

yedinci gece,
yine aynı göremem belki diye, silahımı kuşandım,
giydim mavi pijamamı, dişimi fırçaladım,
annemi öptüm yanaklarından
ve burnuma kadar çektim yorganı. bekledim.

on altı yaşındayken ya da sarışınken,
bilmiyorum... çok bekledim.
hala bekliyorum inatla.

hala bekliyorum, bir kişi bile

nedensiz girmedi hayatıma

nedensiz bir intihara kurban gitmedi kimse.


insan yaşlandıkça kalabalıklaşıyor mu ne?




Altay Öktem

Orhun Çevik-Douja (Sirk Fanzin 1.Sayı)

Bir kadının göğüslerine üç el ateş et.
Onun bir mentoru var.
İhtiyacı yok senin ağzına.
Ve her akreditasyonda mecmualara kapak oluyorsan,
kalitenden ötürü, gülüyorsun.
Ya da güldün.
Bir kadının göğüs uçlarında yedi çocuk yetişir.
Üçünü gömdün.
Hala yaşıyor.
Bir kadının saçından aşağıya üç el ateş et.
Sahibi yok.
Sen ordasın belki de.
Her volta attığında kendini bir odanın içinde buluyorsan,
değerinden kaynaklı, ciddileşiyorsun.
Ya da ciddileştin.
Bir kadın saçlarını yedi çocuğa süpürge eder.
Üçünü sildin.
Hala nefes alıyor.
Bir kadının bacaklarına üç el ateş et.
Kolları var.
Artık etek giyemeyecek.
Yine sarılmasının olağan olduğunu düşünüyorsan,
kollarından ötürü, bir başkasına.
Ya da bir başkası var.
Bir kadının bacaklarında yedi çocuk sallanır,
Bu muhabbet böyle uzar.
Hala kımıldıyor.
Bir erkeğin göğsüne tek el ateş et.
Ölür.


Orhun Çevik

Berna Özçelik - Kurumuş Dudaklarında Sıraya Girmiş Kelimeler (Sirk Fanzin 1.Sayı)

İpteki bir cambaz gibi sarkıyorken,
Ay bu sirk dünyasına.
Yıldızlar akrobasi hareketleriyle parıldar.
Ve sen sirkin en küçük çocuğu.
Açıp gözlerini kocaman,
Gözbebeklerine ışığı doldurursun.

Bu sirkin neresindeyim?
Ne senin baktığın yerde,
Ne de ayın ışığını sardığı yerdeyim.
Ben bu sirkin neresindeyim?
Belki de param yok ve küçük bir çocuğum.
Bu yüzden sirk çadırının yırtığından
Hem seni hem akrobatları izlerim

O zaman hiç bitmesin bu gösteri
Haydi, devam etsin bu muhteşem akrobasi!



Berna ÖZÇELİK

Ozan Bayram- İntihar Seansı (Sirk Fanzin 1.Sayı)

Bodrum katından paraşütsüz atlayan
bir intihar düşecek ayak uçlarına.
Yeni yıkanmış halıya dökülen kan kadar korkutucu,
Saklambaç oynarken kaybolan bir çocuk kadar kendini bilmez.

Bir şehir düşecek sen giderken ayak uçlarına.
Atlı karıncalar da şahlanacak elbet.
Çocuklar da büyüyecek.
Çocuklar da vurulacak gözlerini nefret ile bağlayan askerler tarafından.
Çocuklar da gömülecekler soğuk, kirli, çiçeksiz topraklara.

Tam ortasındayız işte.
Acının ve hiç durmadan büyüyen yalnızlığın.
Ellerimiz kör, gözlerimiz sakat, saçlarımız kırık.
Başladığı yerde biterken bütün hayatlar, ruhların kanayan inançlarına sarılacağız.
Tam ortasındayız.
Dikenlerin büyüdüğü düş bahçelerinin.
Savaş ve ölüm kokan ütopyaların.
Maktulün son nefesinin, katilin pişmanlığının.
Ben seninle birlikte nefes alabileceğim bir dünya istedim sadece.
Her sabah sana uyanıp, her gece seninle uyuyabileceğim.
Bir kelebeği sahiplenmek kadar aptalca,
Bir tanrıya inanmak kadar rahatlatıcı,
Ve bir şehri ayak uçlarına yıkacak kadar anarşistçe.

Tam ortasındayız işte.
İntihar seanslarının.
Durma !
Öptüğün yerden kes bileklerimi.



Ozan BAYRAM

Jan Ender Can- Ümit Oteli (Sirk Fanzin 1.Sayı)

belki de 
intihar etti dedikleri
o şair
bildiği her şeyi
bir otel odasından
aşağıya değil de
yeryüzünün alçaklığından
yukarıya doğru bıraktı
ne de olsa
kötü oteller
meleklerin şiir yazdığına
iyi şiirler de
doğmamış okurlara
asla inanmazdı

Jan Ender CAN

Haşmet Ateşer- Şehre Veda Busesi (Sirk Fanzin 1.Sayı)

Şehir beni terk etti,
Öyle evi arabayı satıp Anadolu’ya bıraktı,
Sabah otlayan koyunları görmenin arzusu,
Yeni şiveler duymanın heyecanı,
Terk edilmişliğin acısı ve
Bir duble rakının yanındaki peyniri afiyetle
Mideye indirmenin hatırı sayılır mutluluğuyla,
Loş bir odada çalan 45’lik plağın sesinde
Önce huzuru sonra şehirli çocuğu bekleyen ölümü buldum,
Sabahına yeni bir adam uyandı
Başka bir şehirde ölmek isteyen,
Öylesine bir şeymişçesine şehri terk etmenin ağırlığını,
Gardan bir trene binmenin,
Uzaklaştıkça yalnızlaşmanın,
Ve boynundaki veda busesinin derin hüznünü
Ufacık bir bavula sığdırıp,
Her gözümü kapadığımda
Gördüğüm siluetinin flulaşarak kaybolmasını,
Temiz havayı içine çekip sigarasını yakmışken hazmetmeyi uman.
Çünkü ben bu şehri terk ediyorum dedi,
Ve istiyorum ki İstanbul beni,
Ben İstanbul’u hep genç hatırlayayım,
Manzaraya karşı son defa bir veda şiiri okudu,
Sigarası kendiliğinden söndü
Parmaklarının arasında,
Ve derin bir hoşça kal salıverildi dudaklarından…

Bir kadındı, bir şiirdi, hoyratça harcanmış,
Kimsesiz, öznesiz, yüklemsiz, aitsizlikti.
Biteceğini bile bile hızla tükendi,
Ömrümdü seni arayarak geçen,
Ve kainatın ne kadar büyük,
Kendimin ne kadar yalnız,
Mezarın ne kadar soğuk olduğunu
Fark etmemle bitti.



Haşmet Ateşer